BAL ÜLKESİ


Kuzey Makedonya’nın terkedilmiş topraklarında çabasız bir başkaldırı… 

Köklerinden göklere vahşice ama aheste aheste uzanan yabani bir çiçek…

Bir bitki olsa, botanikçilerin hangi sınıfa dahil edeceğini bilemeyeceği kadar, tanımsız ve bu dünyanın dışında…

İbretlik bir iradeyle, bir başına kaldığı ata topraklarında arı yetiştirip, bal üreterek varlığını sürdüren bambaşka bir kadın.

Onunla ilgili tanımlamayı “arıcılıkla geçimini sağlayan”  şeklinde yapabilirdim pekala ama öyle bir varlığını sürdürme hali ki onun yaşayışı, arılarla ilişkisi geçimini sağlama çabasından çok öte, var olmak için sanki… Ve arılar olmasa, Hatice de olmayacak gibi…


“Yarı sana, yarı bana… “ diyerek kovana daldırdığı çıplak ellerine dokunmayan arılarla gizli bir anlaşma olmalı arasında. Sanılmasın ki onun dünyasında kötülüklere yer yok. Arılar dokunmuyor ama  kötü ruhlar hep etrafında… Nasılsa tuhaf bir şekilde sıyrılıyor onların arasından da.


Göç eden kadınların hikayesini hüzünlü buldum hep. Peki ya göç edemeyen kadınlar? Onlar üzerine ise hiç düşünmedim bugüne kadar.

Herkes topraklarını bırakıp giderken bir başına kalmak nasıl olurdu, göç edememek nasıl?

Böylesine dayanılmaz bir hüznün ağırlığıyla nasıl baş edilirdi?

Doğrusu bu kadar asilce baş edilebileceğini hiç düşünmemiştim. 


“Karşındakinde gördüğün kendinde olandır” derler. Karşındakinin senin yansıman olduğu düşüncesi… Uzunca bir süre bu fikre tutunmuştum. Ta ki Hatice’nin bu içten yanmalı, abes güzelliğini keşfedene kadar. Çünkü onunki bugüne kadar gördüğüm hiçbir güzelliğe benzemiyor. 

Belki O; gerçekten içimizde var olan ve bugüne kadar rastlamadığımız saf güzelliğin, belki de gerçek olamayacak bir ütopyanın sıradışı güzelliğinin bir yansımasıdır. 


Hadi izleyip siz karar verin…


Hilal Tüzgen Cicü